STOCKHOLM SENDROMU

1973 yılında İsveç’in başkenti soyguncular bir bankayı soymak için basarlar. Bankada görevli 4 banka personelini 6 gün boyunca rehin tutarlar. Soyguncular, rehineleri özgürlüğünden etmesine rağmen onlara iyi davranarak bir makyajlı ilişki kurarlar.

Polisin bankaya operasyon düzenleyeceğini fark eden rehineler, soyguncuları uyarırlar. Sonrasında da onların aleyhine ifade vermekten kaçınırlar ve soyguncuların savunma giderlerini karşılamak için aralarında para toplarlar.

Hatta rehinelerden biri serbest kaldıktan sonra nişanlısını terk ederek, olay sırasında bankada ilgi duyduğu soyguncunun hapisten çıkmasını bekler ve onunla evlenir.

Bu psikolojik olaya Stockholm sendromu denilmektedir.

Toplumumuz her kesimi ile bu hastalığa yakalanmış vaziyette. Hem de bu çok uzun süredir devam etmekte.

Artık toplum öyle bir hale gelmiş ki. “ senin yaşam standardını yükselteceğim, sana çeşit çeşit yemek imkânı sunacağım, çocukların iş bulacak, yarın endişen olmayacak…” şeklindeki vaatleri inandırıcı bulmuyor. Aslında toplum buna inanmak istemiyor.

Şükür edebiyatı ile bir hırka, bir dilim ekmek içeren bir dünyaya hapsedilen insanımızın bu dünyadan ayrılacak ne mecali kalmış ne de inancı kalmış.

Timur, Nasreddin Hoca’nın köyüne bir fil emanet ettirir. Bu file bakılacak, yedirip içirilecek. File bir şey olursa sonucunda da köy ciddi manada cezalandırılacak tehditleri savurulur.

Fil, şehirde bağ, bahçe ne var ne yoksa silip süpürmüş. Bununla kalsa iyi, şehirdekiler fili beslemek için ambarda, kilerde ne varsa tüketmişler. Bakmışlar ki böyle olmayacak, şehrin ağaları hoca’ya gelerek: “ Aman hocam, nedir bu filden çektiğimiz, hünkâr seni dinler;  hünkârla konuş da şu fil belasını başımızdan alsın.”

Hoca: “ Hadi o zaman hep beraber gidelim Timur’a, bu fil başımıza dert oldu, geri almanızı rica ediyoruz, diyelim.” der.

Hoca önde, ağalar arkada, huzura çıkmak için yola düşmüşler. Otağın kapısına gelindiğinde hoca, durumu tekrar görüşmek üzere arkasına döner bakar ki, ne görsün… arkasında duran kimse kalmamış.

Hoca: “ Ben yapacağımı bilirim size, hem söz verirsiniz hem de kaçarsınız ha!”  der.

Timur, Hoca’yı huzuruna kabul eder: “ Hayırdır Hoca, yine ne istiyorsun?”

Hoca: “ Devletlim, şehrin ağaları beni size ricaya gönderdiler. Bize hediye ettiğiniz fili bizimkiler çok sevmişler, filin yalnızlıktan canı sıkılıyormuş, ferman buyurursanız yanına bir de dişi fil isterler.”

Timur: ” Hay hay! Ne demek hoca var git müjdeyi hemen ver.” der.

Nasreddin Hoca, otağın kapısından çıkınca, ağalar hemen hocanın etrafını sarar: “Müjde bekleriz Hoca, fil ne zaman gidiyor?”

Nasreddin Hoca: ”Alın size müjde, dişisi de yarın geliyor! “

Bu iki olayı şöyle birleştirelim. Toplum kendi adına yapılan mücadelenin mahiyetini ve anlamını ya anlamıyor ya da geç anlıyor. Sen onun için mücadele ederken seni yalnız bırakıyor hatta senin karşında saf tutuyor.

Hakkını gasp eden, onu bir dilim ekmeğe muhtaç edenleri ise korumak için neler yapıyor neler. Bu durum Stockholm sendromu ile açıklanabilir.

Kendi için mücadele edenleri umursamayışı, onlara destek vermeyişi ve abartılı eleştirmesi günümüzün gerçeklerindendir.

Biraz silkinmek ve öz eleştiri yapmak gerekiyor.

Başarı sayhaları atılarak alınan % 5+7 lik zam enflasyon fili karşısında şimdiden erimiştir. Bu STK lara destek devam ederse ikinci, üçüncü, dördüncü fil meydanlarda esip duracaktır.

Benden söylemesi ve uyarması.

Selam ve dua ile. Tuncay ALTUN(Genel Başkan)

Bir yanıt yazın